Avukat Sema AKSOY
OKUMAYI VE YAZMAYI OKULA GİTMEDEN ÖNCE ÖĞRENDİM...
Henüz 5 yaşındayken bir şiir yarışmasında 1. olan, çocukluğundan bu yana yapılan hiçbir haksızlığa sessiz kalmayan Sema AKSOY kimdir?
Avukat olmayı çok istediğim için Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdim. Şu anda Ankara'da avukatlık yapıyorum ve mesleğimin 29. yılındayım. Bitirdikten sonra hakim ya da savcı olmayı düşünmedim hiç. Avukatlığın, bağımsız, özgür, her hangi birinin emrinde olmayan tarafı benim için çok kıymetliydi. Özgürce düşüncelerimi ifade etmek ve adaleti aramak hep hayalim olmuştu . Babam edebiyat öğretmeniydi. Devlet memuru olduğu için çeşitli illerde okudum ilk okulu. Daha sonra bürokratlık yaptı. Bizi hep hikaye ve öykülerle büyüttü. O hikayelerde bir kahraman vardı. O kahraman, iyileri korumak, iyilere ulaşmak için mücadele ederdi hep. Dürüstlük ve adalet aşılandı bize. Babamın ve annemin donanımlı, kültürlü insanlar olmaları çoçukluk çağımdan itibaren beni şekillendirmeye başladı. Okumayı ve yazmayı okula gitmeden önce öğrendim, çok hevesliydim. Okula gitmeden şiirler yazmaya başladım. 5 yaşımda Türkiye 1.si oldum. Hiç unutmam, çok heyecanlıydım. Kayseri'de yaşıyorduk o zamanlar. Ankara'ya davet etmişlerdi bizi, Ankara Radyosu'nda seslendirmiştim şiirimi.
* Ne güzel. Küçük yaşlarda başlamış başarı hikayeleriniz. Sosyal projelere ne şekilde yöneldiniz?
-Türkiye'deki sosyal ve siyasi olaylar beni toplumsal bilimlere yönledirdi. Hak arayan, haksızlığa uğrayan insanların temsilcisi olmak idealim oldu. İnsanlara yardım etmeyi seviyorum ben. Onlar için bir şeyler yapmak benim en büyük idealimdi. Onun için hukuk fakültesini tercih ettim biraz da . 21 yaşımda avukat oldum ve mesleğimi her zaman heyecanla yaptım. Ankara'da tanınan ve sevilen bir avukat oldum hep. 2009-2010 yıllarında siyasetle de uğraştım diyebilirim. Bir partide ilçe başkan yardımcılığı yaptım ve milletvekili adayı oldum. Parti barajı geçemedi, mücadelelerime farklı şekillerde devam ettim. Türkiye'nin tıkanmış siyaset anlayışının bana göre olmadığına kanaat getirdim. Daha farklı alanlarda çalışmak, insanlara daha fazla yardımcı olabilmek için Ankara Barosu yönetimine talip olduk bir kaç arkadaşımla beraber. O zamanlar başkan olan Metin Feyzioğlu'nun yardımcısıydım, 4 sene beraber çalıştık. Daha sonra genel sekreterlik yaptım. Metin Feyzioğlu Barolar Birliği'ne Başkan seçilince vekili oldum ben de. 100 yıllık tarihinde baro birliğinin kadın başkanı olmamıştı, 32 baro başkanlarının hepsi erkekti. Ben aday oldum baro başkanlığına ve en yüksek oyu aldım . Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Ankara Barosu'nun ilk kadın başkanı oldum. Bu benim için gurur vericiydi. Güzel işler yaptık, halkla birleştik. Ankara Barosu'nun kadın hakları ile ilgili merkezleri var. Bu konuda da özel çalışmalarım oldu. Bu konuyla ilgili çalışan avukat arkadaşlarımız gönülden, hiçbir karşılık beklemeden, hukuki anlamda her zaman ellerinden geleni yaptılar.Türkiye'de son yıllarda kadın cinayetleri ve çocuk istismarları sayısı ne yazık ki artmaya başladı. Bunlarla ilgili toplantılar oluyor ama yeterli değil tabi. Sokaklara çıkıp kadına olan şiddete karşı yürüyüşler de gerekiyor. Kadınlarımızın doğrudan ellerini tutup yardımcı olamıyoruz belki ama bunun bilinci ile bir proje geliştirdik biz Ankara Barosu'nda.
GELİNCİK, EVLADIM GİBİDİR...
*Gelincik Projesinin sizdeki yeri çok özel olmalı
-Gelincik projem evladım gibidir, çok uğraştım bu projeyle. Bunu kabullendirene kadar bayağı mücadele ettik. Bakanlıklardan çok ciddi yardım aldık. Projeye başladığımızda aile bakanlığına gittik mesela. O dönemin başkanı Sema Hanım, hevesle karşıladı bizi. Çok iyi yürekli bir insandı. Derhal harekete geçireceğiz dedi bu projeyi .
* Gelincik Projesi nasıl, nereden doğdu?
-Projeyi şekillendirmek için ciddi anlamda çalıştık. Projenin başlangıç hikayesi çok anlamlıydı. Şiddet gören kadınlar...Sağlıklı düşünen bir kadının şiddet sonrası aynı evde yaşamaya devam etmemesi gerekiyor ancak Türkiyede kadınlarımız gerçekten çok mağdur durumdalar ve ne yazık ki çaresizlik, durumu kabul etmelerini sağlıyor. Toplumda kadına yüklenmiş bir rol var. Aileni, kocanı ,çocuğunu koru ve babasız bırakma evladını. Aile içinde ne yaşarsan yaşa dışarıya sızdırma denir mesela. Kadınlar mücadele edemiyorlar, kendilerini ifade edemiyorlar. Şunu bilmeliler ki: Şiddet sonrası benim arkamda olacak birileri var, benim elimden tutacak ve beni sonuna kadar yalnız bırakmayacak birileri. Benim yanımda avukatlar ve baro var...
* Peki neden gelincik?
-Kadının elinden tutup gelincik çiçeğinden yola çıktık. Gelincik çiçeği kırmızıdır, toprağın kendi kendine yarattığı bir çiçektir, ekilmez. Bahar aylarında ve kırlarda görürüz. Yaprakları inceciktir ama rüzgara, fırtınaya dayanır ve düşmez hiç. Sadece topraktan koparıldığı zaman döker yapraklarını. Kadın da böyledir: Şiddet gördüğü ,boynu büküldüğü zaman döker yapraklarını, küser hayata. Çok özel bir projedir bu . Gönüllü avukat arkadaşlar da çalıştılar bu projede. İlk başlarda, devletin işini siz mi yapacaksınız diye karşı çıkanlarda oldu ama onlara devlet biziz diye cevap verdik.
-Gelincik Projesi kurumsallaştı ve binlerce kadını kurtardı, binlerce çocuğu annesiz bırakmaktan kurtardı. Kadınlara güç, kuvvet oldu. Gelincik hattımız da var mesela 7-24 çalışan. Aradığınız zaman karşınıza mutlaka bir kadın avukat çıkıyor. Bu projede erkek avukatlarla çalışmadık. Psikolog ve şiddet görmüş kadınlarla, şiddet görmüş çoğu kadının erkek sesi duydukları zaman telefonu kapattıklarını konuştuk. O kadar korku ve güvensizlikleri oluyor ki...
Bir söz vardır bilirsiniz; kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin. Bu söz mahkeme kararlarından geçmiştir. O hakimler de bu toplumun çocukları mesela. Ailesinde gördüğü şeyler, hayata olan bakış açısında etkili oluyor .Biz, hukukçular olarak evrensel düşünebilmeyi, bize yüklenen misyonları bir yere bırakıp; evrensel hukuk dünyasına kendimizi adapte etmeli ve bu şekilde düşünebilmeyi başarmak zorundayız. Zaman içerisinde yapılan mücadele sonrasında bu duruma hassasiyetle yanaşan hakimlerimiz de var artık. Bir kadına gösterilen şiddet sonrasında hemen harekete geçiyorlar.
Gelincik Projesi'ne gelen bir kadın şöyle anlatıyordu: ''Yıllarca şiddet gördüm ve alışmıştım bu duruma, umursamaz hale gelmiştim. Oğlumun 18 yaşına kadar.. Bir gün ayakkabısını yastığının altına koyup yattığını gördüm. Sebebini sorduğumda, ''babam seni döverse hemen alıp kaçacağım'' demişti '' diyor. O gün karar vermiş ve bize başvurmuştu. Boşanma davasını açtık ve korumaya aldık onu. Sığınma evleri daha iyi durumda artık Türkiye'de ancak sığınma evine gelen kadınlara iş bulmak gerekiyor. Ekonomik durumu iyi olmayınca tekrar geri dönmek zorunda kalıyor, şiddet görme pahasına tekrar onunla beraberliğine devam ediyor.
Abdurrahman Karamanoğlu bize Ankara'da bir sığınma evi bağışladı. Atolyeleri ve çocuk alanları da var. Adresi saklarız tabi ki güvenli olsun diye.
*Oğlunuzda mı avukat?
-Hayır. O henüz 13 yaşında, önünde uzun bir zaman var . Avukat değil de tarihçi olmak istiyor. Kararı sadece ona bırakacağım. Bence en güzel miras budur.
*Bir röportajınızda, ''erkeklerin dünyasındaki, kadınlara olan olumsuz bakış açılarının zorluklarını ben de yaşadım'' demişsiniz
-Evet ben bunları baro seçiminde yaşadım. %60 oy aldığım zaman, durumu tersleyen avukatlar oldu. 5000 kadın, kadına oy verdi ne yapabiliriz diye yakınıyorlardı, kadını küçümsüyorlardı. Geçmişte siyasette de yaşadım bunu. Kadının bir vitrin malzemesi olarak kullanıldığını ve kadına yönelik yapılan çalışmaların göstermelik olduğunu düşündüğüm için siyasetten uzaklaştım.
Türklerde kadın her zaman aslında baş tacı, devletin başı kadın. Göktürklerde kadın olmadan karar bile verilmiyormuş. Yönetim divanlarında kadınlar hakim olabiliyor ve en son söz kadınlara bırakılıyormuş. Devlete ait kararlar öyle veriliyormuş. Ama ne yazık ki kendi köklerimizden bile ilham almamışız. Arap Dünya'sının Orta Doğu'nun bakış açısına bürünmüşüz maalesef. Bizim köklerimizde kadına saygısızlık yok.
*Oğlunuza özellikle aşılamaya çalıştığınız bir şeyler var mı?
-Çocuk evde ne görürse onu alıyor. Bizim insanlara bakış açımız, duygusallığımız ona da yansıyor. O da hümanist biri. Biz de babamızdan öyle gördük. Çağı nasıl yönlendirirseniz öyle devam eder . İnsan ilişkilerinin biraz daha sevgiye dayalı lazım. Bu zamanda ilişkiler maddi değerlerle yürüyor ve insanlar ilişkilerini artık paraya göre yönlendiriyorlar.
*Sizi derinden etkileyen davalar oldu mu?
- Çok oldu... Biz demir gibi, çelik gibi o duruşmalara giriyoruz ama biz de insanız. Savaştıktan sonra dışarıya çıkıp ağlıyoruz. Özellikle çoçuk dramlarında yaşıyoruz bu zorluğu. Yani o küçücük bedenlerin yok edilişinde, o küçücük bedenlere yapılan tecavüzlerde asla dayanamıyoruz. Küçük bir çocuğa 7-8 kişinin tecavüz ettiği duruşmalara girdik biz. Kimi zaman baba veya amca yapıyor bunu, kimi zaman akraba veya bakkal. Ceza ne olursa olsun o çocuklar bir daha toparlanamıyorlar ve ömür boyu o yükle yaşıyorlar. Tıpkı kadınlar gibi...
BEDENDEKİ MORLUKLAR GEÇER AMA YÜREKTEKİLER ASLA...
* Bir anınızla bitirelim mi?
-Tabki. Biz Gelincik projesine başlarken Tiyatro Sanatçısı Yasemin Yalçın yapmıştı tanıtımı. Orada dövülmüş kadını canlandırmıştı, her tarafı morarmış bir şekilde çıkmıştı sahneye. Daha sonra o mor boyaları silmişti ve demişti ki: ''Bu morluklar gider ama bu yürekteki yaralar asla yok olmaz ''. O yaralar hiç bir zaman yok olmuyor gerçekten.Hele ki çocuklarda açılmış yaralar...Bunu yaşayan çocuk nasıl güvenecek ki bu topluma .Eksik yapılan bir şeye de değinmek istiyorum. Mağdura dava sonrasında tedavi fırsatı sunulmalı. Umarım mağduru koruyacak, hayata yeniden kazandiracak yol ve yöntemler bulunur ve bunlar yasalara geçer. Sadece yapanı cezalandırmak değil, mağdur olanı da yeniden hayata kazandırmak gerekiyor. Bunun üstünde de tartışılmalı, konuşulmalı ve doğru olan yapılmalı...
* Çok teşekkür ederiz bize vakit ayırdığınız için
-Ben teşekkür ederim kadınların sesi olduğunuz için...